12 Mayıs 2010 Çarşamba

aklım dönse!


En yakındaki lunaparka gitmek istiyorum. Hava kararmak üzereyken ama. Var olan her şeye binmek istiyorum. Tek başıma! Kulağımda da bu şarkı olsun. Son ses! Korktuğumda çığlık atmak yerine bağıra bağıra bu şarkıyı söylesem!


foto

8 Mayıs 2010 Cumartesi

İçeri buyur!

Eğer kapıyı açıp “İçeri buyur” dediğimde içeriye girmek seni korkutacaksa, kendinden emin bir şekilde atamayacaksan kirişten içeriye ilk adımını kapımı çalma sakın!

Oturduğun koltukta aklından başka bir şey yapmanın heyecanı olacaksa, pencereden giren güneş benim gözlerimi kamaştırdığı kadar kamaştırmayacaksa gözlerini, sehpanın üzerine koyduğum kahvenin tadı sana acı gelecek ama sen yine de “Çok güzel olmuş eline sağlık” diyeceksen, duvardaki fotoğraflar sana merak ettirmeyecekse nereden geldiğimi, mutfaktaki garip ses beni tedirgin ettiği kadar etmeyecekse seni tedirgin, yahut önemsemeyeceksen halıya düşen kırıntıları, akşam ne yiyeceğimiz konusu benim umurumda olduğu kadar senin umurunda olmayacaksa, “Neden geldim” buraya diye soracaksan kendine ben sana cümleler kurarken ve açıkça söyleyemeyeceksen “Geldim ama beklediğim bu değildi” diye, masanın üzerine serdiğim çiçekli örtünün deseni hatırlatmayacaksa sana çocukluğundaki piknikleri, güneş batarken kızıl buluta benimle birlikte selam vermeyeceksen pencereden kapıma gelme sakın. Kapımı çalma!
Çünkü sen oturduğun koltukta dışarı bakıp bir an hüzünleneceksen ben ne olduğunu merak edeceğim, tam da o an ne düşündüğünü, “kahveyi gerçekten beğendi mi” diye düşüneceğim için için, o terliklerle rahat edip etmediğini bir de…
Kapımı çaldığında “Neden geldin” diye sormadan alacağım seni küçücük evime. Neden geldiğini bana anlatmayacaksan kapımı çalma sakın!
Bırak ben tek başıma selamlayayım akşam kızıllığını, akşam kızıllığın soldurma, Ne olur kapımı çalma! Ama sakın!

3 Mayıs 2010 Pazartesi

orada olmak!


Şu anda Ege’de herhangi bir kıyı restoranın akşam hazırlığı için ayıklanırken deniz börülceleri, bir yandan da rakılarını yudumluyorlardır belki de insanlar, o yıpranmış ahşap masanın üzerine koyuyorlardır bardaklarını, börülcelerin hemen yanına. Belki eski bir radyodan sesleniyordur onlara da şimdi benim dinlediğim şarkı. “Beni kaybettin artık, sen çok bekleyeceksin” diye... Ben de orada olmak istiyorum!

2 Mayıs 2010 Pazar

The mirror shows what I can‘t see!

• Çocukken ben, öldüklerinde çok ağlayamadığım, ne olduğunu bilemiyordum ölümün, cici annem ve cici babam vardı. Ablam ve ağabeyim de. Yedek bir aile gibi. Çocukken ağır bir yükmüş aslında iki ailenin de küçük çocuğu olmak. Neden kabul ettim acaba. Şimdi olsa yine yaparım!
• O zaman onların evinin karşısındaki boş alana ayısını getirdi bir Çingene. Ayıyı oynatırdı, çocuklar yakından izlerdi, ben hep pencereden bakardım. Ben de çocuktum. Hem de çok.
• Sarı olmasıyla ün salmış koskocaman rehberler vardı. Tüm Türkiye’nin telefon numaraları yazardı. Harf harf düzenlenmiş. Nerde görsem o rehberden bizim telefon doğru yazılmış mı diye bakardım. Sanki beni arayacakmış ve ulaşamayacak biri olmasın diye. Babamın adını orda görmek tuhaf bir gurur verirdi bana. Herkes yapar mıydı acaba öyle?
• Max bir şey sormak istiyorum. Hayallerinde ayrılırsan Earl Grey’den, ben evlenebilir miyim onunla? Bir kereliğine?
• İnsan bitsin diye başlamaz hiçbir şeye. Ama biteceğini anlayınca devam etmek isteyebilir, bir süre bile olsa.
• O kafedeyken, kedi tam ortamızdaydı, eve dönmeyecektim artık. O da yanımdaydı, kedi de. O an gelmişti mutluluk. Bir şeyin olmayacağını bilmek, devam etmeyeceğini ama yine de kabul görmek… Bilmem neden, huzurluydum o an. Yalan söylemiyordum, hiç de söylemeyecektim ki. Bana soracağı her sorunun yanıtı vardı ben de. O sormadan bile anlatabilirdim her şeyi. Sanki anlayacakmış gibi, ben anlamasını istiyorum diye anlayacak değil ya. Böyle düşünmek bile bencillikmiş. Bir kere bile anlamak istemedi ya. Kim bencil?
• Şeyi düşündünüz mü hiç? Hayat boyu bir sürü şey kaybediyorsunuz ya. Bİgün biri çıksa ve dese ki O kaybettiğiniz şeylerin arasından hangisini geri istersiniz? Ne tuhaf olur değil mi? Ben o kocaman içi sayfalarca özenle yazılmış mektup dolu kutumu isterdim. Ama olmaz ki öyle bir şey. Di mi? Olmaz!
• Fotoğraflarını yırttırdı bana. Nasıl saklarsın diye hesap sordu, o da ben de ağlıyorduk. Hepsini tek tek yırttım. Sonra çöpe attım. Akşam yemeğine aldığı etleri kavga ettiğimiz için pişirmemişti. Onlar da çöpteydi. Ertesi gün çöpümüzü dışarıdaki konteynera atmıştık. Aradan günler geçti. Okuldan eve doğru yürüyordum. Evin çok yakınındaydım. Yağmur yağıyor, yağmur suları aşağı doğru akıyordu. Yere bakarak yürüyordum. Ayağımın dibine bir kağıt parçası getirdi yağmur suyu. Bir baktım yırttığım bir fotoğrafın bir parçası. Tam göz kısmı. Hesap sorar gibi bakıyordu onun gözünden geçmiş bana. Bir an durdum. Yağmur daha da aşağı sürükledi geçmişimi. Biraz ilerde kırcılı bir kedi, etleri yiyordu. Hepimize afiyet olmuştu.
•Her şeyi hatırlamak istiyorum. Detayları, söylenenleri, tam da o gün giydiklerimi, adım atışımı, saçımdaki tokaları, ağzımdaki tadı, kulağımdaki müziği… “İçme, anılar gibi acı, içme sakın o şaraptan” diyor şimdi dinlediğim şarkı. İyi değil mi acaba hatırlamaya çalışmam?
•Ey bana akıl veren büyüklerim, siz 27 yaşındayken ne yapıyordunuz bu hayatta?
•Cukurcuma’da bir dükkanda iki tane koltuğa aşık oldum. Onlar birlikte ben yalnızım şimdi.
•Kadın seslerini seviyorum şarkılarda. Çirkin ama o kadar güzel görünen kadınlar onlar. Liste veremem burada. İrtibata geçin meraktaysanız!
•Biraz önce ilk defa dinlediğim ve bu gece bayılana kadar dinleyeceğim
bu şarkıyı bu geceye armağan ediyorum.