30 Aralık 2009 Çarşamba

tekke!

Lisede, herhangi bir tarih dersi sınavında 'maddelerini sıralayınız' şeklindeki bir sorunun cevabında, 'tekke ve zaviyelerin kapatılması' maddesini unutarak yazmadığım için düşük not aldıysam ya. Ve o aldığım düşük not, not ortalamamı etkilediği için o üniversitenin o bölümününde okumak zorunda kaldıysam ve sırf bu yüzden şu an yaptığım işi yapıyor, gözümün olduğu yükseklerde çalışamıyorsam ve istedeğim kadar para kazanamıyorsam, tekke ve zaviylerin kapatılmasına üzülmeli miyim? 2010'a bir kala üzmeli mi bu durum beni? Bugün hep bunu düşündüm içten içe... Belli etmedim kimseye o ayrı!

29 Aralık 2009 Salı

bazen bir de...

• Air’ın yeni albümü Love 2 kulaklarımda. Çok şahane… Bir de etrafıma her baktığımda aynı şeyleri görmesem ya.
• Jens Lekman ne tatlı müzik yapıyormuş yahu…
• Fever Ray zaten diyorum, The Knife’ın hastasıyım diyorum.
• Biri bana İsveç’in havasının insana nasıl bir ruh kattığını anlatsın. Nedir bu anlatsın!
• Kırmızı bir arabanın içindeydik. Kırmızı eski bir araba… Annesiyle babası arabanın dışındalardı. Ben bizi yolcu etmek için çıktıklarını zannediyordum. Araba hareket edince peşimizden koşmaya başladılar. ‘Durun gitmeyin’ diye bağırıyorlardı. Arabayı durduramadık. Ben de, o da arka koltukta oturuyorduk. Yan yana. Hep yan yana otururduk zaten. Arabayı kim kullanıyordu bilmiyorum. Bilmediğim insanları çok fazla görmezdim o zamanlar rüyalarımda. Uyandım rüyamı anlatırken telefon çaldı. Sonra o gitti. Alelacele, apar topar gitti. Sonra telefonda ‘Bana bir daha rüyalarını anlatma sakın’ dedi. Hep rüya görüyorum şimdi, her gece, birden fazla… Bazen karıştırıyorum gerçeklerle, rüyaları… ‘Git bir doktorla konuş’ dedi. ‘Kurtul, uykunu alamıyorsun...’ ‘Rüyalarımdan kurtulmak istiyor muyum bilmiyorum ki’ dedim. ‘Güzeller’ dedim. ‘Kurtulmak deme ben seviyorum galiba rüyalarımı’ dedim.
‘Rüya başka keşif başka’ yazıyordu kitapta. İnsan keşfettiğini sandığı şeylerden vazgeçmek istemez ki ama!

baştan!

İnandığım ve planladığım her şeyi yine devrettim zamana… o alıp uzaklara götürüyor şimdi. Arkasından bakmalı mıyım? Aklım hep orda… Yolumda ilerliyorum şimdi. İnsan başa döndüğünde zaman mı kaybeder çok şey mi öğrenir? Ne oldu ki şimdi…

26 Kasım 2009 Perşembe

ayrıntı.i

Şam fıstığı yerken kabukları ya elle ya da dişimle ayırdığımda bazen içindeki fıstık da ikiye bölünür. Bir tarafını yerim, o cepte! Ama diğer tarafı kabuğunun içinde sıkışıp kalır. İşte o zaman diğer kabuktan yardım alarak sıkışmış fıstığı çıkarmaya çalışırım. Midye dolma yer gibi. Minyatür bir midye dolma… Canım o an midye dolma ister, hormonlarım sanki dakikalardır fıstık yemiyormuşum gibi ağzımdaki tadı siler ve yemem gereken şeyin midye dolma olması gerektiği sinyallerini verir. Çırpınır dururum. Sonunda fıstık kabuğundan ayrılır, yarım fıstığı yer kabukları da çöpe atarım. Biter.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Kings of Convenience



Bazen her şey üst üste gelir, tek istediğiniz

‘durmak’ tır. Sadece ‘ durmak’ . ‘Durmak’ fiilini başarıyla yerine getirmek. Yatağınıza uzanıp durmak... Hepsi bu! Eğer yatağınıza yattığınızda ve duvara yüzünüzü döndüğünüzde, döndüğünüz duvar plastik boya dediğimiz mevhumla boyanmışsa ciltte çıkan siyah noktalara benzeyen bir dolu nokta vardır. Sadece durmak istediğinde o duvara dön. O noktalarla oynanabilecek onlarca oyun arasından kendi oyununu seç. Listede bana uygun en favori oyun “nokta birleştirmece” idi. Di’li geçmiş zaman çünkü o duvarlar kalmadı yattığım hiçbir yatağın döndüğüm hiçbir tarafında. Nokta birleştirmece, ismi gibi işte. O noktaların birleştiğini düşünüp şekiller yaratma oyunu. Öylece saatler geçirebilirim, hiç sıkılmadan. Hatta günler belki de... Öyle rahatlatır ki beni... Öylece durmak ve noktalardan şekiller yapmak, beğenmediğimde kafamdaki süngerle hepsini silip yeniden başlamak. Yeniden başlama fırsatı verilen her şeyi severim... Her şey üst üste gelir, tek istediğiniz de durmaktır... Öylece...

Eğer sivilceye benzeyen onlarca noktacığın olduğu bir duvarın varsa ve nokta birleştirmece oynayıp beyninden geçen tüm kelimeleri, tüm resimleri, tüm uğultuları yok etmekse niyetin, fonda çalması gereken parçalar listesinin sahibi olan iki adam var bu dünya üzerinde. Birinin kemik çerçeveli kocaman gözlükleri, diğerinin de güldüğünde şahane görünen bir gamzesi var. Gitarları, notaları, besteleri ve tınıları kadar güzel sözleri var. Birbirlerini 11 yaşlarından beri tanıyan bu adamlar şu yıl itibarıyla 33 yaşındalar. Yaklaşık 16 yaşlarındayken de Kings of Convenience isimli gruplarını kurmuşlar. Kemik çerçeveli koca gözlükleri olan adamın adı Erlend Øye, diğerinin de Eirik Glambek Bøe; ikisi de Norveçli. İçinde benim pek sevdiğim ve son günlerde pek bir sık dinlediğim The Weight of My Words isimli parçanın bulunduğu ilk albümleri ‘ Quiet is the New Loud’ , 2001 yılında piyasaya çıkmış ve çok beğenilmiş; bununla da kalmamış, Belle and Sebastian ve Simon and Garfunkel gibi gruplara benzetilerek takdir kazanmış. İkinci albüm olan ‘ Versus’ , ilk albümün remix’lerinden oluşmuş ve uzun bir albüm molası verildikten sonra ‘ Riot on an Empty Street’ , 2004 yılında piyasaya çıkarılmış. O zamandan beri bir şey olmaması bizi üzmüyor değil. 2005 yılında İstanbul Caz Festivali’ne de katılmışlar.

Bu grup böyle bir ‘ Homesick’ , bir ‘ Know How’ dinlenmeli mutlak derim ben. ‘ The Weight of My Words’ mesela... Tavsiyem de uygulanabilir belki. Eğer unutmak istediğiniz bir şeyler varsa bu hayatta, ‘ Unutsam ne iyi olur.’ dediğiniz; şekiller çizin hiç hareket etmeden Kings of Convenience eşliğinde. Unutmak konusunda garanti veremesem bile rahatlamış bir kafatası ve güllaç kıvamında bir beyin garantisi benden size. Ta ki gereği düşünülen diğer unutulası vaka vuku bulana kadar...


28 Eylül 2009 Pazartesi

vol.i

•Öncelikle şunu söylemek isterim ki Zerrin Özer’den peş peşe iki şarkı dinleyemem. Sesi çok güçlü mü, baskın mı? Bana basıyorlar o söylerken.
•‘Sen ne yaparsan yap arkandayım’ gibi bir söylem vardır ya. Destekliyorum anlamında. Sevmiyorum abi. Ben arkamdaki adamı ne yapayım. Ben önden gideceksem cesareti göstereceksem destekleyenler umurumda değildir. Benim yanımda olacak insan buyursun gelsin!
•Biri böyle elinde ne bileyim çiçekle gelir, yiyecekle ya da çikolata. Belli ki birinin elindeki o birine hediye gelmiştir. Ama öbürü görünce ‘Ah canım ne gerek vardı, zahmet etmişsin’ der yavşakça gülümseyerek. Arkadaşım bırakın bu esprileri. Yıllardır yapıldı gülündü bitti. Temiz bir sayfa açın artık kendinize ya!
•Güneşi ya da ayı elinde tutuyormuş gibi ya da parmaklarının arasına sıkıştırmış gibi durup da çekilen fotoğraflardan nefret ettim, ikrah geldi. Yeter tamam ya. Yapıldı o da bitti. Devamını görmek istemiyorum.
•Bir anda dizini ya da dirseğini çarparsında sinirine gelir ya. Tuhaf bir uyuşukluk böyle bedeninin her yanı etkilenir irkilirsin ya. O acı güzel bir acı bence. Ama bence dedim!
•Yabancı dil bilmeyenlerin sanal ortamlarda o bilmedikleri yabancı dilde ileti yazmasına anlam veremedim, veremeyeceğim de!
•Sarı dolmuşlarda şoförün bir arka sırasına oturan insanlara en arkadakiler para uzatınca surat asıyorlar ya sinir oluyorum. Ben oraya oturunca ben de surat asıyorum galiba ama!
•Benim iş yerimde ‘küçük harflerle’ bile konuştuğunda duyulabilecek kadar yakın oturan insanlar birbirleriyle msnde konuşuyorlar. Ben bile çok alıştım.
•Küçük harflerle konuşmak sakıncalıdır bazen. Hele de İngilizce uyumu aranıyorsa…
•Bir gün buraya ‘benim işyerim’ isimli bir yazı yazsam mı acaba?
•‘2000 yılında kaç yaşında olacağım?’ hesabı yapmayı özledim. Çok özledim.
•Kadınlar neden telefonda eğlenceli bir program yaparken volumelerinin maksimuma çıkarırlar?
•Tükürüğümü dudaklarıma bulayıp balon yapmayı sevdiğimi bir ben bir de odamın duvarları biliyor ne yazık!

26 Eylül 2009 Cumartesi

Crystal Castles


Varoluş sebebimi düşününce, canı sıkılan tanrının önce bizi yaratmaya başladığını, sonra da işi büyütüp bu kalabalığı, trafiği, iklimleri, denizleri ve buzulları eklediği sonucuna varıyorum. Bilmediğim coğrafyalar ve evrenin büyüklüğü kanımı dondurmaya başlamadan, ‘Neyse yahu, ben kendi dalgama bakayım, oyun ‘büyük patron’un, karışmak olmaz.’ diye geri çekilip kendi yarattığım küçük dünyamda, kendi yarattığım küçük oyunlarımı oynuyorum. O büyük, ben küçük ve kafası karışığım. Onun elinde kocaman bir joystick var, benim elimde ise minnacık bir MP3 çalar…(Bir iTouch’ım bile yok, anlıyor musun?)
Pusula bana Taksim / İstiklal Caddesi istikametini gösterdiğinde, hele de kanıma arpanın suyu, üzümün leşi karıştıysa ve ben de yalnızsam, kalabalıkta yürüyorsam… Hooop değmeyin keyfime…
Crystal Castles’ın bazen asla tahammül edemediğim parçaları, kulağımın tam önünde örs - çekiç - üzengiye dalış yapmak için gözlüklerini takmış, hazır bekliyor. Dalış, midemin içinde oluşan alkol denizinde son bulacak. İlk parça ‘Untrust Us’. Burger King’in önündeyim. Start veriliyor. ‘Sağdan inin, sağdan çıkın’ kuralını ihlal eden bir dolu insanın arasından, hafif göbekli bünyemi aşağıya doğru sallandırıyorum. Çarpmadan geçtiğim her insan bana artı puan getiriyormuşçasına çaprazlar, zikzaklar ve yarım elipsler çizerek ilerliyorum; Benetton’un önünde ikinci level’a geçiyor oyun. Hem insanlara çarpmamalı, hem de çizgilere basmadan yürümeliyim. Tam o esnada ‘Alice Practice’ başlıyor. Daha hızlı yürüyorum. Terliyorum ve hızlanıyorum. Hırkamı çıkarmaya bile vaktim yok. Zaman kutucuğundaki kırmızı gösterge ya da kum saatindeki kumlar (her nasıl kuruyorsanız siz ekran görüntüsünü) azalıyor. Hız alıyorum, alıyorum, alıyorum. Kırmızı saçlı asi gençleri, evlilik yaşına gelmiş ‘ökçesiz giymem abi’ tadındaki ablaları geçiyorum; yaşlı amcaları ve teyzeleri -hızımdan dolayı netleşmiyor- bulanık hatırlıyorum. Yürü! Yürü! Yürü! Çarpma! Çarpma! Çarpma! Çizgiden çıkmaaa! Duuubbbbsssttt! Çiçek Pasajı’nın önünde, Şampiyon’dan gelen acılı kokoreç kokusunu hafifçe hissediyorum ve dalıyorum Çiçek Pasajı’na. O esnada şarkı da, oyun da bitiyor. Kaledeki karısını ve çocuklarını kurtarmış Super Mario edasıyla yürüyorum yavaşça; hafif de göbekliyim ya… (Mario’nun da adı Mahmut filan olsaydı, ne bileyim, tam da çiçekteki akşamcı amcalar gibi değil mi tipi.) Hıh, kendimi tam öyle hissediyorum. Kulaklarımdaki fazladan nota ve elektronik ses yığını, insan uğultusuyla temizleniyor. İlerliyorum. Türk Sanat Müziği’nin ağırlığına alıştırıyorum kan akışımı. Masalara bakıyorum. ‘Neredeydi yahu bizimkiler? Yine mi güzeliz, yine mi çiçek…’ ( Nasıl kaptırdım kendimi, hiç öyle ‘bizimkiler’ diyebileceğim genel içici bir arkadaş grubum olmadı, yalan; tamam)
Velhasıl demek istediğim; Crystal Castle. Multi enstrümanlarını Ethan Kath’ın, vokalini de -ne güzel ablamızsın sen ‘Alice Abla’ şeklinde fotoğraflarına baktığım- Alice Glass’ın yaptığı grup. Evet, bunlardan bahsetmek istiyorum. Adını ‘bkz. aşağı’dan almış bu grup.
I am Adora, He-Man’s twin sister, and defender of the Crystal Castle.
This is Spirit, my beloved steed.
Fabulous secrets were revealed to me the day I held aloft my sword and said: ‘For the Honor of Greyskull!’
She-Ra, She-Ra… She-Ra… She-Ra, She-Ra… I am She-Ra!
Hatırladınız, değil mi? Ben hatırlamadım; savaşan kadın çizgi filmini izlemedim çünkü küçükken. Göbeğinde kalp, gökkuşağı, efendime söyleyeyim, sevimli şekiller olan ayıcıkların bulutların üzerinde yaşadığı bir çizgi film vardı ya, ‘Care Bears’ onu izlerdim. Gerçeklerden uzaktı. Neyse işte… Crystal Castles, kafayı çizdiğiniz dakikalarda size ya iyi gelecek ya da kayışa ‘inceldiği yerden kopsun baskısı’ yapacaktır. Benim bildiğim bir tane albümleri var, grubun ismiyle aynı. Edinin, dinleyin. Hepsi bu.

18 Eylül 2009 Cuma

Bekleyiş


İki ya da üç hafta önce cumartesi günüydü. İşe gelmek üzere evden çıkmış otomatiğe bağlamış bir şekilde yürüyordum. Bazen evden çıkıp iş yerindeki masama oturana kadar uyanmamış oluyorum ama bilinçsizce sadece, alışkın olduğum için ilerliyorum o yolu. O kadar tuhaf geliyor ki, oturduğum an diyorum 'şimdi uyandım'. Düşüncelerim bile otomatik. O gün ama bu kareyi gördüğüm an uyandım. Eğer yanımda fotoğraf makinesi olmasaydı beynime kazınırdı. Ne kadar da benziyordu-k! O da bekliyor, ben de… Hem bir şeyleri, hem de sonu. Öylece...

4 Eylül 2009 Cuma

Boşanma

İnsanın ruhu ve bedeni boşanma kararı aldığında ya da bu karar onlar adına alındığında tek celsedir söz konusu olan. Büyük bir mahkemeye çıkarlar. Ruh da beden de… Yeşil bir örtü gizler tüm ayıpları… Ruhu da bedeni de çok yakından tanıyanlar şahitlik eder bu mahkemeye. Bir de gözyaşları. Oysa ağlayacaklarına biri çıkıp konuşsa ya… Ben kendi boşanmamda şahit istiyorum şahsen. Ruhumu da görüntümü de iyi bilen biri çıksın meydana anlatsın ‘ben’i hem bana hem onlara…
Ruhu yordu bedenini
Ruhu suçladı kendi kendini
Bedeni koşturdu hep
Ruhu üzmek istemedi kimseyi
Böyle bir hayat düşlememişti ki…

1 Eylül 2009 Salı

Galata'da hareket var!

İstiklal Cadde'sini bitirip tünelin oraya gelince kendinizi aşağı doğru bırakın. Farklı bir şehirde gibi hissedeceksiniz. Aradan süzülen Galata ise tarihiyle, atmosferiyle sizi etkileyecek. Galata son zamanlarda yenileniyor ama durun değişmiyor. Kulenin etrafında açılan butiklerin, mağazaların, tasarım dükkanlarının sahipleri Galata'nın değişmesini değil gelişmesini ve Soho gibi bir merkez olmasını istiyor. Nerden mi biliyorum? Hazırlayacağım Galata haberi için tüm dükkanlara girip çıktım ve Galatalı olmuş sanatçılarla konuştum:) Ortaya da bu haber çıktı...

BUILDING IDEA ENGINEERING & MORE
Building Serdar-ı Ekrem üzerinde, Doğan Apartmanı’nın tam karşısında açılan tam bir tasarım mekânı. Mimar Sedef Kırdök, Cenk Tavukçuoğlu ve Serkan Yılmaz’ın sahibi olduğu Building’in kapısından girildiği andan itibaren tasarım sarmalıyor sizi. Uzun merdivenli bir masada oyuncak kamyonlarla kuruyemiş servis ediliyor. Butik kısmında özel tasarımcıların keyifli parçaları satılıyor ve ofiste ise fikir üretiliyor. Mekân mart ayında açılmış ve Zaha Hadid’in tasarımları Türkiye’de ilk defa burada satılıyor.

PARISTEXAS
ADEM&HAVVA
Camekân Sokak oldukça hareketli, burada yoğunluklu olarak butikler var. Paristexas ve Adem&Havva da bu butiklerden. Bu iki mağazada satılanlar birbirinden çok farklı şeyler olsa da ikisinin de sahibi ve yaratıcısı Sertaç Haznedaroğlu. Adem & Havva ocak ayından beri burada, Paristexas tam bir sene olmuş. Paristexas’ta tasarımcıların kıyafetleri satılırken Adem & Havva’da modernize edilmiş Türk etnik kıyafetleri, el yapımı ayakkabılar, basma elbiseler var. Sertaç Hanım Paristexas’taki kıyafetleri ise Versace, Nicole Fahri, Vera Wang, Anna Sui gibi markaların Uzak Doğu pazarı için hazırlanmış parçalarından seçiyor. Ayrıca ayakkabı tasarımcısı Ahmet Baytar bu iki farklı mağaza için farklı konseptlerde ayakkabı ve çanta hazırlıyor.

SECOND CHANCE
AHU YAĞTU
Second Chance'in sahibi gerek FashionDays'de gerekse Mango defilesinde hayran olduğum Ahu Yağtu. Adından da anlaşılacağı gibi Second Chance'de ikinci el vintage kıyafetler, aksesuarlar, ayakkabılar satılıyor. Bundan bir ay öncesine kadar Bebek’te hizmet veren Second Chance artık Galata’da Camekan Sokak’ta. Ahu Yağtu, “Ardı ardına açılan kafeler, insanların alışverişten ve gezmekten ziyade sadece kendilerini göstermek için Bebek'e akın etmeleri, Second Chance için alternatif yerler bakmama neden oldu. Galata'daki yeri görünce çok sıcak ve samimi geldi. Galata’da, lokasyonu, eski mimari yapıları, meydanı, kulesi ve turistleriyle bozulmamış bir Avrupa kentinde dolaşıyor gibisiniz. Gittikçe popülerleşen ve yeni keşfedilen bir yer. Sempatik ve benzersiz butikleriyle, tasarım atölyeleri ve yeni açılacak olan Türk tasarımcı mağazalarıyla Galata'nın havasına apayrı bir boyut eklenecek gibi görünüyor” diyor ve Galata’nın geleceği için düşündüklerini de şöyle ekliyor “Hayatın biraz daha farkında ve zevk sahibi insanların çoğu burada. Bohem havasından ötürü, popüler kültürün çok fazla barınabileceği bir yer değil. Belli bir zevk ve vizyon sahibi, kreatif, az tüketici ve kendilerini bulmuş insanların Galata'yı şekillendireceğine inanıyorum.”
www.secondchanceist.com

LÂL İSTANBUL
Lâl Camekan Sokak’taki başka bir butik. Burası Gaye Yüce ve Batuhan Yüce kardeşlerin. Lâl 2005 Eylül ayından beri Camekan Sokak’talar. Lâl’de Anadolu’dan getirilen yazmalar ve oyalar bulabilirsiniz. Ayrıca tasarımları Batuhan ve Gaye kardeşler ait olan oyma baskılı tişörtler ve Batuhan Bey’in yaptığı deri kemerler bulunuyor. Lâl’daki özel ürünleri New York’ta bir Lâl kornerında bulabilir ya da internetten de satın alabilirsiniz.


İSMAİL ACAR
Ressam İsmail Acar’ın nasıl bir İstanbul tutkunu olduğunu anlamak için birkaç eserine bakmanız yeterli. İstanbul’a bu denli düşkün olan sanatçı Galata’da hem yaşıyor hem de eserlerini buradaki atölyesinde üretiyor. Galata’yı bir de Acar’dan dinledik. “1998’den beri Galatada’yım. Evim de atölyem de yüksek tavanlı, tarihi yarım adaya bakıyorlar. Mimari yapı özellikleri olarak İstanbul’un karakterini en iyi yansıtan yer Galata. Son zamanlarda Galata’daki bu yoğunluk ise gayet normal, burası ilham verici bir bölge. İstanbul’da tasarım denildiğinde binlerce yıllık bir geçmiş içinde tasarıma karşılık gelecek mekânlarda geçmişin izlerini taşıyan mimari unsurların olması gerekiyor. Galata bu tanıma çok uygun. Öyle bir alan ki Asya ile Avrupa’nın ortası, bütün müzelere çok yakın, beş dakikada karşı kıyıya geçebilirsiniz. Burada yaşayan kitle ise oldukça entelektüel. Buradaki tek sorun çevreye olan duyarsızlık, bu beni rahatsız ediyor. Ama bireysel olarak çözülebilecek bir sorun değil. Belediyelerin de önlem alması gerekiyor. Bir yere gereğinden fazla anlam yüklemek çok da iyi değil. Bu denli rant olduğunda da burada ev alabilecek ya da kiralayabilecek gelir seviyesindeki insanlar buraya yoğunlaşır, buranın halkı ise yok olur. Bu durum Galata’nın kimliğinin yok olmasına sebep olabilir” diyor. İsmail Acar Eylül ayı başında Galata’daki tasarım anlayışına yeni bir soluk getirecek olan Tulip isimli mağazasını açacak. Tulip’te İsmail Acar imzalı tasarımlar İstanbul’u yansıtacak ürünler satılacak.

MILK GALLERY & DESIGN STUDIO
Milk Can Başyiğit ve Elif Çevik tarafından açılmış, tasarım sergilerinin gerçekleştiği, farklı markaların ilginç tasarım ürünlerinin satıldığı bir mekân. Şubat ayında açılan bu mekânda her an bir sergi var. Bunun yanı sıra bazı tasarımcıların ürünlerine de yalnızca buradan ulaşabiliyorsunuz. Mekânın kurucuları “Tasarımcıları ve tasarımla ilgilenenleri en çok cezbeden şey de Galata'nın bu özel dokusu herhalde. Bakirliği ve huzuru dışında Galata'yla ilgili bizi en çok etkileyen şeylerden biri de ara sokaklarda hala mahalle yaşantısının aynı samimiyetle korunması. 1 - 2 seneye Doğan Apartmanı’nın bulunduğu sokağın, üzerinde minik kafelerin bulunduğu keyifli bir İtalyan sokağına dönüşeceğini ve Galata’nın tasarımla özdeşleşmiş bir yer olacağını düşünüyoruz” diyorlar.
www.whatismilk.com

LUNAPARK RETAIL & PRODUCT DESIGN
Lunapark mekân konseptinden ürün tasarımına, mağaza vitrin düzenlemelerinden markaların stil danışmanlığına kadar birçok hizmet veren bir ofis. Lunapark’ın kurucuları Murat Tamgüç ve Bertan Berk 2004 yılından beri Beyoğlu’nda olan ofisleri üç ay önce Galata’ya taşımış. Hatta bununla kalmamışlar evlerini de taşımışlar. Lunapark’ın renkleri artık Galata’da parlayacak. Serdar-ı Ekrem Sokak’taki ofislerine uğradık ve Galata’nın alamet-i farikasını bir de Murat Tamgüç’ten dinledik. “Levent Loft'dan evi taşıma kararı aldıktan sonra İstanbul'un birçok bölgesine baktım. Yüksek tavanlı ve karakteristik bir ev ararken kendimi Galata'da buldum. 2 ayda ev, ofis ve tüm yaşantımızı buraya taşıdık. Bohem - burjuva kısaca ‘bobo’ denen tasarımcıların eski İstanbul'da yaşamayı seçiyorlar. Günümüzde yeniden inşa edilen bölgeler ve kurgulanmış imitasyon mekânlarda nefes almak pek kolay olmuyor. Cihangir ve Nişantaşı'ndan sonra yeni eğilimin Galata olduğunu görüyoruz. Mahallenin yeni esnafları olan bizler, güzel bir dayanışma ve dostluk içindeyiz. Galata için en çok hayal ettiğimiz insanların kültür, sanat, tasarım ve benzeri kendi gelişimi için faydalanacağı keyifli bir mekân olması. Beyoğlu’nun her sokağı gibi buralarında kafe, bar ve restaurant ile dolmasından çok endişe ediyorum. Galata'da marangozu, demircisi, manavı, moda tasarımcısı, fotoğraf atölyeleri ile mutlu yaşayan esnafı ile uzun yıllar birlikte olmayı hayal ediyoruz.”

ARTENA
Emine Güneri daha önce elişi öğretmeymiş, şimdi ise Artena’da kendinin ve kızının yaptığı takıları ve kıyafetleri satıyor. Artena’da el işlerinden yapılan takı ve kıyafetlerin dışında oturup çayınızı içebilir bir şeyler atıştırabilirsiniz.

2’İNCİ EL GALATA
Rukiye Arslan ve Ayşegül Arslan kardeşler daha önceleri Ankara’da açtıkları mağazalarını dört yıl önce Galata Kulesi’nin tam karşısına taşımış. 2’inci El Galata’da kadehten şapkaya, aplikten takılara kadar bir evde olabilecek her şeyi bulmak mümkün. İki kardeş de Galata’da yaşıyor. Çok özel bir yer olduğunu söylüyorlar. Bu yoğunluktan pek memnun değiller çünkü Galata’nın tüketileceğini ve yaşanan mahalle atmosferinin yok olmasını istemiyorlar.

KİVA HAN
Kiva Han’da her çeşit yöresel yemekleri yiyebileceğiniz Anadolu mutfağını yaşatan bir restoran. Kiva Han iki yıldır Galata’da hizmet veriyor. Restoranın yaratıcısı, Lacivert ve Hayal Kahvesi işletmecilerinden, tanınan bir isim: Önder Köse. Lezzetler, Anadolu mutfakları konusunda sayılı uzmanlardan Adnan Şahin'e, mutfak ise Deniz Şahin ve Ali Taşdemir'in usta ellerine emanet.

MAVRA CAFE
Yonca Akçay tasarım sektöründe bilinen bir seramik sanatçısı ve tasarımcı. 2004 yılından beri Galata'da kendi atölyesinde sanat çalışmalarının yanı sıra, obje, duvar panosu, karo tasarımı ve üretimlerini gerçekleştiren ve seramik kursları veren Yonca Akçay, Serdar-ı Ekrem Sokak’ta sekiz ay önce Mavra Cafe’yi açmış. Mavra Cafe, oldukça sakin, keyifli ve içinde satılan tasarım objeleriyle de oldukça eğlenceli bir mekân. Akçay “ 389 Galata isimli tasarım grubuyla buraya gelmiştik. Yıllar geçti insanlar burayı yeni yeni keşfediyor. Değişmesini ve başkalaşmasını istemiyorum Galata’nın. Serdar-ı Ekrem’deki trafik kapatılmasın mesela. Ben burada kendimi güvende hissediyorum. Yedi yıldır buraydım ve başıma bir şey gelmedi” diyor. Akçay, Mavra Cafe dışında Seramik kursları vermeye de devam ediyor. Kısa bir yaz tatili arası verdiği kursları Eylül ayında Doğan Apartmanı’ndaki atölyesinde devam edecek.

VENTA DEL TORO
Eğer bir kere olsun Tünel’den Karaköy’e yürüdüyseniz Venta Del Toro’yu mutlaka görmüşsünüzdür. Burada İspanyol yemekleri yapılıyor ve restoranın işletmesini ise Necmettin Fırat ile Galata’ya yerleşen bir İspanyol olan Ana Gomez de Pablos dokuz yıldır bu işi yapıyorlar. Hem dekorasyonu hem de mutfağı etnik olarak düzenlenmiş bu mekânda kış aylarında Latin kültürüyle ilgili konserler ve dans gösterileri de oluyor. Uzun süre Galata’da yaşamış olan çift kısa süre önce taşınmışlar çünkü kalabalıktan pek memnun değiller. Necmettin Bey Galata’ya olan bu yoğunluğu, özellikle kulenin etrafında yapılan uzun soluklu etkinlikleri çok doğru bulmadığını söylüyor. “ Böyle bir meydan dünyanın hiçbir yerinde panayır yeri gibi kapatılmaz. Galata bir kültür, bu keyifli mekân hep yaşıyordu zaten. Pek çok bina restore edildi, meydan düzenlemesi yapıldı, çok fazla yer açıldı. Çok geliştiği kesin, buranın ziyaretçileri genelde dışarıdan gelen insanlar. Bu kadar çok yer açılmasına rağmen uzun zamandır engellenemeyen sorunumuz ise çöpler. Sokaklar bu anlamda kötü görünüyor. Bu sorunu aşamıyoruz” diyor.

HASAN HÜSEYİN
Hasan Hüseyin 25 yılını geride bırakmış profesyonel bir fotoğrafçı. Başarılı çalışmalarının dışında Galata’ya olan tutkusuyla da bilinir. Ünlü fotoğrafçının hem evi hem de stüdyosu uzun yıllardır Galata’da. Hatta bir yıl önce yine Galata’da açılan Pictures&Stories isimli sakin ve huzurlu kafe de fotoğrafçıya ait. Zaten kendisi de” İstanbul’da yaşamaya devam ettiğim sürece Galata’dan başka yere gitmem” diyor. Galata’ya yatırımlar yapıyor ve yakın zamanda bir de butik otel açmayı planlıyor burada. Hasan Hüseyin, “Ben Galata’nın bu yoğunluğu göreceğini ilk geldiğim zamanlarda biliyordum. Hem bohem tarzı, hem binaların görüntüsü ile İstanbul’un en güzel yeri. Normalde ben kalabalıktan kaçarım ama buranın yapısı o kadar farklı ki, esnaf birbirini tanır. Oturduğum yer çok sakin, evimden çıkınca da kalabalığı doyasıya yaşıyorum. Galata Meydanı ise benim favori mekânım. Hem Türkiye’desiniz hem başka yerdesiniz. Önümüzdeki beş yılda Galata mağazalarla, butiklerle ve kafelerle dolacak bence. Çünkü buralara inanılmaz bir insan akışı var. Bunun yurt dışından gelen turistlerle de ilgisi var aslında. Eskiden İstanbul’u görmeye gelen turistler hep Sultanahmet’e giderlerdi. Şimdi buraya geliyorlar. Eski İstanbul’u değil şehrin kendisini yaşamak istiyorlar. Ben de Galata’da butik otel tarzı bir mekân açmayı düşünüyorum bir sene sonra. Onun dışında gayrimenkul yatırımları yapıyorum. Daireler alıp orijinallerine sadık kalarak yeniliyorum. Her bir odayı kendim yaşayacakmışım gibi zevkle yeniliyorum. Ve bu evleri kiraya veriyorum. Ancak Galata’da yaşınca burayı anlayabilirsiniz. Siz uzaktan bir şey görürsünüz ama burada yaşayanlar size bambaşka bir hikâye anlatır. Buranın güvensiz olduğunu söylüyorlar ama ben yıllarca Londra’da yaşadım orada gece yürürken hep arkama bakarım. Burada yıllardır yaşıyorum başıma hiçbir şey gelmedi” diyor.

BAHAR KORÇAN
Hem koleksiyonları, hem başarıları hem de Moda Tasarımcıları Derneği’nin başkanı oluşuyla Bahar Korçan moda tasarımı denildiğinde ilk akla gelen isimlerdendir. Her ne kadar onun tasarımlarına uzun süreler Nişantaşı’ndaki butiğinden ulaşmış olsak da Korçan tasarımlarına Galata’daki atölyesinde can veriyor, ailesiyle birlikte Doğan Apartmanı’nda yaşıyor ve başkanı olduğu Moda Tasarımcıları Derneği Galata’da. Son yıllarda belirli dönemlerde gerçekleşen Galata Moda Haftaları Galata’nın bu denli hareketlenmesinde önemli rol oynuyor. Bahar Korçan’ın Serdar-ı Ekrem Sokak’taki Atölyesi’ne de uğradık. Korçan “Şehir kendini by pass ediyor. Bir yerler tıkandıkça yeni kanallar, yeni damarlar açılıyor. Özellikle moda tasarımcılarının, seramikçilerini, başka tasarımcılarının olduğu Soho gibi merkezlerin olmasına İstanbul’un da ihtiyacı vardı. Nişantaşı’ndaki dükkânı da bu yüzden kapandım. Ekim ayında Galata’da yeni butiğimi açacağım. Galata alternatif tasarım dükkânlarını ve kafelerin olduğu keyifli bir mekân olsun istiyoruz, bir mahalle havası var burada. Moda Tasarımcıları Derneği de burada, üç buçuk yıldır buradayız. Gelenekselleşen Galata Moda Haftaları da farklı yerlerde de yapılıyor olsa da Galata’yı hareketlendiren bir etkinlik oldu. Moda tasarımcıları kendilerini ifade edecekleri, mekânlar bulamıyorlardı İstanbul’da. Çoklu tasarımcı dükkânlarına ihtiyaç vardı. Galata Moda başladığında ise gördük ki çok farklı yerlerden İnsanlar Galata’ya geliyorlar. O insanlar için Galata bir keşif oldu. İşte Soho böyle doğmuş mesela. Sadece önemli bir çöp sorunumuz var. Belediye ne kadar bunun için çalışsa da Galata’da birçok farklı insan yaşıyor ve bu sorunu çözmek için biraz zamana ihtiyaç var zannediyorum. Çünkü gelecekte burası çok keyifli olacak, buna inanıyorum, inanmasam Bahar Korçan butiğini burada açmazdım” diyor.

AIDA PEKİN
Aida Pekin, Bihter Aida Pekin’in takı tasarımlarını sergilediği butik mağazası. Üç sene kadar Maçka’ydı ama Pekin de Nişantaşı’ndan Galata’ya taşınan tasarımcılardan birisi. Galata’nın enerjisinin kendisine daha çok uyduğunu, Galata’nın ruhunu çok sevdiğini söylüyor. Daha çözgün bir mekân olarak gördüğü Galata’nın Serda-ı Ekrem sokağında açtığı butikte çok eğlenceli takıları satın alabilirsiniz.

SİMAY BÜLBÜL
FashionDays'te görcüye çıkan 'Makaralardan kopardığımız masallar' koleksiyonuyla beni benden alan tasarımcının yeni atölyesi ve showroom'u da Galata'da. Camekân Sokak’ta 150 yıllık bir binada 250 metrekarelik bir mekan. Bülbül Galata’ya Asmalımescit’ten taşınmış. Sadece butiği değil Simay Bülbül’ün evi de Galata’da. Simay Bülbül için Galata çok önemli bir bölgeymiş çünkü kariyerinde en önemli dönüm noktasının Galata Moda Haftası olduğunu söylüyor. “Hem turistik hem de sanatsal dokusu olması Galata’ya çok özel bir bölge haline getirdi. Birçok butik Nişantaşı’ndan bebekten Galata’ya taşınıyor ve burası daha özel ve avangard butiklerin var olduğu bir alışveriş ve sanat bölgesine doğru yol alıyor. Ama her zaman bu özel ve tarihi dokusunu koruyacağına inanıyorum. Hiç bir zaman popüler hayatın bir mekânı değil avangard ve sokak ruhunu koruyan bir hayatın bölgesi olacak.”
www.sim-ay.com

OKAY TEMİZ RİTİM ATÖLYESİ
Okay Temiz 1998 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra yurt dışında edindiği ritim ‘workshop’ deneyimlerini kendi ülkesindeki insanlarla da paylaşmak istemiş. Bu nedenle de Ritim Atölyesi’ni kurmuş ve yer olarak da Galata’yı seçmiş. Galata tarihi atmosferinin yanı sıra müzikle iç içe bir bölge olarak düşünülmüş ve etrafta çok fazla demir doğrama atölyeleri olduğundan ses geçirme probleminin yaşanılmayacağını düşünmüş. Ritim Atölyesi, her yaştan ve meslekten geniş öğrenci kitlesine sahip, birçok kültürün buluşuyor.

GALATA FOTOĞRAFHANESİ
Galata sokaklarında yürürken her aralıkta sanata dair bir şeyler görmek mümkün. Galata Fotoğrafhanesi de bunlardan biri. Serdar-ı Ekrem’deki fotoğrafhane 2004 yılında kurulmuş. Çok yönlü fotoğraf eğitiminin yanı sıra sergiler, söyleşiler, belgesel film gösterimleri, geziler ve festivallerle şehrin kültür hayatında etkili biçimde yer alıyor. Her seviyede fotoğrafçılık dersleri alabileceğiniz bu atölyede 2009 yılından itibaren Belgesel fotoğraf programı da başlamış.

İSTANBUL DANS MERKEZİ
Galata’da gezerken etrafa bakmak kadar binaların üst katlarını da kolaçan etmek gerekiyor. Çünkü üst katlarda da hareket var. İstanbul Dans Merkezi’nin de olduğu gibi binaların üst katları atölyelerle doluyor. İstanbul Dans Merkezi dans sanatçısı Erman Ezgin tarafından 1998’de kurulmuş. Burada kurslara katılabileceğiniz gibi kendiniz bir grup oluşturarak, özel hocalardan da eğitim alabiliyorsunuz. Kurucu Erman Ezgin’e neden Galata dediğimizde “Yüksek tavanlar, geniş ve ferah mekânlar dans için biçilmiş kaftandır. Yılların bu özellikteki mimarisinin bugüne kadar gelebilmesi bu bölgeyi seçmemizde önemli nedenlerden biri oldu. Ulaşım kolaylığı ise öğrencilerimiz için çok önemli” diyor.

SODAPOP
Sodapop Camekân Sokak’taki butiklerin arasında kendini gösteren, birkaç ay önce açılmış sevimli bir tasarım dükkânı. İlginç kolyeler, tasarım takılar, eğlenceli çantalar satın alabileceğiniz bir yer burası. Kılık kıyafetinize alternatif bir yorum getirmek istiyorsanız Blisskiss ürünlerin, Kiki Design kıyafetleri, Ayşe Deniz tarafından tasarlanan çanta ve cüzdanların satıldığı bu dükkâna mutlaka uğrayın.

***
Bu arada Serdar-ı Ekrem sokağın sonunda eski bir şekerci varmış ama orayı göremedim:(
Bir de ben Galata etrafını arşınlarken henüz açılmamış olan Lastik Pabuç var. Orayı da çok merak ediyorum.

27 Ağustos 2009 Perşembe

uçurtma gibi


Çok konuşan ben, fark ettim ki… Aslında çok da sevmiyormuşum içimdekileri anlatmayı. Buraya yazayım dediğim her şeye içimden ne gerek var cevabı aldım. Ruhum bir bulaşık süngeri gibi şimdi… Biri köpürtüyor, biri sıkıyor, sıkıyor, sonra yine… bütün köpüklerim çıkmıyor içimden. Sabır gerek bana, daha fazla sabır…

Uçurtmalar doluydu gökyüzü biz yan yana oturduğumuzda. Çocuk gibi özenmiştik uçurtma uçuranlara…

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Galaksiler arasında

Bütün gün akşam olmasını ve gelip Nova Colorlar'ımı getirmesini bekledim. 12’li yeni kalemlerim en güzel resmimi yapacaktım. Uçları sivri olacaktı. Biraz bile yuvarlaklaşsa hemen açıp sivriltecektim. Diğer paket o yüzden bu kadar çabuk bitmişti zaten. Kâğıtlarımı hazırlamış, bekledikçe daha da sabırsızlaşıyordum. Hafta sonu olduğu için her gün izlediğim televizyon programları da yoktu. Vakit daha da zor geçiyordu. Kıştı, sokağa da çıkamazdım. Sobalı odada öylece duruyordum. Sonra kapı çaldı ve geldi. Sobanın yanındaki o paylaşılamaz koltuğa oturdu, paltosunu üzerinden çıkarırken cebine koyduğunu hatırladığı Nova Color’u çıkardı. Ben o kadar sabırsızlanma rağmen “Aldın mı?” diye sormamıştım. Yoksa onu kalemler yüzünden özlediğimi zannederdi, öyle olursa üzülürdüm. İyi ki sormadım, kendi çıkardı işte diye düşünüyordum ki… 12’li paket değildi bu! 6’lı paketti. Daha elime almadan 6’lı istemediğimi söyledim, o bana yetmezdi, planladığım resim için en az 12 renk olması gerekiyordu. Susmadan ağlamayı andıran bir sesle memnuniyetsiz cümleler kuruyordum. İsyan cümlelerimi bitirmemi beklerken elinde kalemlerin kutusuyla kolu bana doğru uzanmış duruyordu. Konuştum, konuştum. Sustuğumda “Şimdi sen bunları istemiyor musun?” diye sordu. “Hayır” dedim. Sobanın üstündeki kapağı ucu kanca gibi olan demirle açtı ve 6’lı Nova Color kutusunu sobaya attı. O yaşta bizim ailede yaşayabileceğim en büyük şoku yaşadım. 5 yaşındaydım. İlk defa ağlayamadım. Durdum. ‘Evet, istemiyorum iyi ki de attın’ imajını korumaya çalıştım ama çok pişmandım. Odadan çıktı, sobanın kapağını açtım ayak parmaklarımın üzerinde durup alevle karışan erimiş boyalarıma baktım. Benim olamamış renklerim yanıyordu. Hayallerimi suya, renklerimi aleve… O zaman tüm dünyam o odadan ibaretti, boyalarımın yandığı kömür sobası, bir kanepe, iki tane de koltuğun olduğu soluk renkli oda. Şimdi rengârenk şeyler görüyorum, istediklerimi alıyorum, renkleri seçiyorum, galaksilerime bir tıkla ulaşıyorum. Beğenmiyorum geçiyorum, kopyalayıp yapıştırıyorum. Tuşlara basıp renkleriyle oynuyorum. Galaksilerim arasında ağ bağlantıları kuruluyor. Renklerimi kopyalayıp başka ülkelere gönderiyorum. Ama hiçbir şey bana o 6’lı Nova Color'un yanarken düşündüklerini düşündürmüyor. Galaksilerim büyüdükçe küçülüyorum. O soluk renkli odada kıvrılıp sobanın sıcağında uyusaydım, erimiş renklerim bana şarkı söyleselerdi….
Laura Veirs’ten ‘Galaxies’, galaksiler arasında gidip gelirken tek kişilik ulaşım aracınız olsun!!!

Zaman, an ve yok!


17 Şubat’ta doğmuşum. Çocukken 18 Şubat gününden başlayarak doğum günüme kaç ay, kaç gün kaldı hesapları yapardım. Zamanı kovalardım.‘İple çekmek’ deyimi öğrendiğim ilk deyimdi belki de. Bu kovalamaca oyununu kaç yaşındayken bıraktım hatırlamıyorum. Bıraktığım günden beri beklediğimden erken geliyor doğum günlerim. Ama ne olursa olsun hep zaman inat gitti bana. Geçme biraz daha sakin ol dediğimde inadına beni dikkate almayıp geçip gidiverdi. Ne zaman da korkularımla kalsam denizin üzerindeyken sallansa vapur mesela ‘bitsin artık’ dediğimde küçük şımarık bir çocuk gibi dalga geçer benimle. Geçmek bilmez. En çok korktuğum zaman yapar bu hainliği. Gece uykumdan uyanıp güneşin o sabah doğmayacağını düşünür sabaha kadar uyuyamam ben bazen. Kalbim hızlı atmaya başlar. Felaket senaryoları yazarım. Hepsinin sonunda acı çekerek öldüğüm… Uzak bir yere gideceksem ya da. Otobüste uyumadıysam eğer hiçbir zaman geri dönemeyeceğim kısa filmler döner beynimin kıvrımlarındaki sinema salonlarında. Zaman, elimde patlamış mısırlarıyla izler her bir filmi. Onun izlemeyi en çok sevdiği filmlerdir benim yarattığım korku filmleri. Oysa güzel bir rüya görsem saatin alarmını çaldırıverir hemen. O hırs yaptıkça ben hiç umurumda değilmiş gibi uyurum saatlerce. Uyandığımda öyle geç olur ki her şey için, ama çaktırmam ona. Yüzümü buruşturmam ki anlamasın hayata geç kaldığımı. Çünkü biliyorum yetişemeyeceğimi, öyle çok alıp götürdü ki oyunlarıyla. Şimdi sardığı bütün filmleri başa sarsa ve bir milada koysa beni hiç düşünmediğim için yine bilemem ne yapacağımı. Ama yine de bana güzel şeyler vermedi değil, zaman geçtikçe ve ben büyüdükçe hayatıma güzel insanlar katkı, yepyeni bedenler minicik bebekken yürüdüğünü gördüğüm. Sonra olanları sabitleştirdi. Çekiç gibi çaktı hayatıma. Bana acı verenleri uzaklaştırdı, kafamın içinden siliverdi hızla. Hızına karıştığımda oluyor benimle derdi.

Şimdi bilmiyorum ama ne yapacağımı. İşim ona düştü çünkü. Dizlerine eğilip ne olur geçiver de bitsin desem, biliyorum bana yapar yine yapacağını. Sadece bekliyorum. Bu beklemenin sonunda ne olur bilemiyorum, beklemenin tatlı taraflarını bulmaya çalışıyorum. Kendimle kalıyorum.