27 Ekim 2010 Çarşamba

Piştt, Sen!

*

“seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz” dedin.
Önce savaşını bitirseydin. Ben birini severken savaşmadım başkasıyla hiç. Kendimle
savaşımı soruyorsan o başka. “Bu böyle” dedin. Seviyordum, sustum. Başlarken biliyordum. “Birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim.” Kansızlıktan hastanede yatmış benim annem. Ben de dayanırım diye düşünüyordum. Vitamin alıyordum. Ben değiştikçe sen eleştiriyordun. Yine de şükürler olsun beni anladığın kadarına, yanımda olduğun kadarına. Aza tamah etmeyen bulamazmış çoğu. ‘Çok’ hep çok geldi bana. Ne olurdu sen de savaşmasaydın ya.

“Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek…” diyor ya ben galiba bilerek ve istemeden atladım camdan.

Benim acımla acını anlatışının cümleleri aynı mıydı? Ben gördüm öyle yazmışsın. Beni mi sevdin acıyan canımı mı? Allah acı çektirenlerin yaksın canını. Ama özgün olsun her biri.

* Dikkat: Resmen sarhoşum

28 Haziran 2010 Pazartesi

çıkmaz

"... yani buraya çıkar
yani kendine çıkar
yani bu yol çıkmaz...

yani bu yol kendi etrafında
adanın etrafında
döner durur.

ada yine ada

burası bu yolun başıysa
aynı zamanda
sonudur da..

Ama yolu bırakır
tepeye vurursan
o zaman
başka..."

Seyyar balıkçı, A ay'dan

9 Haziran 2010 Çarşamba

bahtımın yıldızı

Orası bana tuhaf gelirdi. O sokak, gittiğimiz yol filan. Bizim yaşadığımız yerden çok daha farklı. Yerler ahşaptı. Girişte hiçbir şey yoktu. Ayakkabılar koyuluyordu. Hatırladım, bir de mutfak girişteydi sadece. Sonra merdivenler, onlar da ahşaptı. Uzun halı serilmişti. Eski yeşil rengiydi oradaki halılar. Basamaklara bastıkça gıcırdardı yer. Merdivenler bitince salon ve koridor. Salon kapısının tam karşısında da pencere. Pencerenin önünde cumba vardı. Ne zaman oraya gitsek bilirdim ki eve dönene kadar ben o cumbada oturacağım. Arada yiyecek bir şeyler getirecekler. Ben sokakta oynayan çocuklara bakacağım oradan. O çocuklar farklı, tenleri biraz daha koyu benden sanki biraz da pis gibiler. Bir üst katı da var ama hatırlamıyorum o kadar çok. Her yerde halılar. Yer hiç görünmeyecek kadar çok halı serilmiş. Boşluklara da minik paspaslar, sanki zemin görülse o evde yaşayanlar günaha girecek gibi. Net hatırlıyorum. O cumbanın demirlerinden ayaklarımı sarkıttığımı, yanıma koyulan dümdüz çinko tasın içinden kiraz ve erik yediğimi, öylece beklediğimi, saçlarımın uzun, upuzun ve uçlarının lüle lüle olduğunu, hava kararmaya başladığında beni oradan alacaklarını, kirazım ve eriğim bittiğinde yiyecek başka bir şey getireceklerini, cumbanın demirlerinin siyah olduğunu ve yer yer boyasının döküldüğünü, oturduğum mermerin serin olduğunu, içeridekilerin yüksek sesle konuştuklarını, o evde tuhaf bir his olduğunu hatırlıyorum. Böyle!

2 Haziran 2010 Çarşamba

darla-n-ma!

• Balkondan gelen sigara dumanı eski çağlardaki gibi iletişim kurmamızı mı sağladı acaba? Duman dindiğinde yanımdaydı. İyi kötü ne fark eder.
• Yolda yürüyen adam “Bir beklentin olmazsa hayal kırıklığına da uğramazsın” dedi. Yolda yürüyen adamlarla dolu içim.
• Her gördüğü obje üzerine “neden” sorusunu yöneltip geçmişle ilgili bilgi toplamak isteyen kadınının suratının ortasına bir tokat atayım istiyorum. Dudağının kenarından sızan kanla ruju birbirine karışsın ve bir süre içine sinsin. İzin versin olmasına. İç kanaması o oluyor herhalde, içimde yaşıyor, giderek büyüyor ya!
• Biranın yanında gelen tuzlu fıstık kâsesinin içine atıyorsan kabukları şayet, bir süre sonra kabuklar yoğunlukta oluyor. Hangi kabuğun içinde fıstık var hangisinde yok anlamıyorsun ya. Deniyorsun da ama. Boş olanlar dağılıveriyor elinde. İnsanlara güvenmek gibi tuzlu fıstık kasesi. Eğer patlıyorsa fıstıklar insanlardan farklı olarak üzerine soğuk su içmek yerine biranı dikiyorsun kafaya.
• Belediye otobüslerinde ne zaman bir öğrenci “Paso göstermem gerekiyor mu?” diye soruyor ya gülüyorum saçma sapan. Ama yıllardır böyle bu. Tonlama mühim!
•Nutella’yı dolaba koyan annelere karşıyım. O vıcık kıvamı bozmayın, lütfen ama!
* Sana seni anlatıyor olsa bile kendini anlatır insan aslında. Herkes ama kendini anlatır. Ben bir süre susmalıyım.
•Güne başlarken ve bitirirken hep aynı şeyi okuyordu. Bir şiir. Hep değil de işte. Ama o dönemi en iyi başka bir herif anlatıyordu. Kendi susuyordu.
Arabesk
adımı ilk söylediğin gün
kan geldi kulaklarımdan o gece
aceleyle çıkıp evden
seni aradım saatlerce
bulsam vuracaktım
sen ölünce dudaklarından öpecektim,
mikrop kapmasın diye
tentürdiyot sürecektim ağzıma
buna bütün eczaneler gülecekti
allah belamı versin
seviyorum işte ne yapayım
kavuşmak yalnızca varsayım, zayıf ihtimal
özlem hararetli bir esin, kırık bir hayal
ama zulmeden, kahreden o mavi sesin
'acı çekeceksin, yok olacaksın' diyor hâlâ
ve isyan ediyorum allaha
olmalısın, diye haykırıyorum
evet, evet, ordasın
hatta bir cübben
cübbenin de kürklü yakaları var!
ve ben, ölünce yapışacağım o yakalara
yanıt ver, diye bağıracağım, yanıt ver
neden neden neden neden neden neden
beni bütün şeytanlar alkışlayacak
seni ilk gördüğüm gün
bir martı oydu iki gözümü de
(Küçük İskender)

12 Mayıs 2010 Çarşamba

aklım dönse!


En yakındaki lunaparka gitmek istiyorum. Hava kararmak üzereyken ama. Var olan her şeye binmek istiyorum. Tek başıma! Kulağımda da bu şarkı olsun. Son ses! Korktuğumda çığlık atmak yerine bağıra bağıra bu şarkıyı söylesem!


foto

8 Mayıs 2010 Cumartesi

İçeri buyur!

Eğer kapıyı açıp “İçeri buyur” dediğimde içeriye girmek seni korkutacaksa, kendinden emin bir şekilde atamayacaksan kirişten içeriye ilk adımını kapımı çalma sakın!

Oturduğun koltukta aklından başka bir şey yapmanın heyecanı olacaksa, pencereden giren güneş benim gözlerimi kamaştırdığı kadar kamaştırmayacaksa gözlerini, sehpanın üzerine koyduğum kahvenin tadı sana acı gelecek ama sen yine de “Çok güzel olmuş eline sağlık” diyeceksen, duvardaki fotoğraflar sana merak ettirmeyecekse nereden geldiğimi, mutfaktaki garip ses beni tedirgin ettiği kadar etmeyecekse seni tedirgin, yahut önemsemeyeceksen halıya düşen kırıntıları, akşam ne yiyeceğimiz konusu benim umurumda olduğu kadar senin umurunda olmayacaksa, “Neden geldim” buraya diye soracaksan kendine ben sana cümleler kurarken ve açıkça söyleyemeyeceksen “Geldim ama beklediğim bu değildi” diye, masanın üzerine serdiğim çiçekli örtünün deseni hatırlatmayacaksa sana çocukluğundaki piknikleri, güneş batarken kızıl buluta benimle birlikte selam vermeyeceksen pencereden kapıma gelme sakın. Kapımı çalma!
Çünkü sen oturduğun koltukta dışarı bakıp bir an hüzünleneceksen ben ne olduğunu merak edeceğim, tam da o an ne düşündüğünü, “kahveyi gerçekten beğendi mi” diye düşüneceğim için için, o terliklerle rahat edip etmediğini bir de…
Kapımı çaldığında “Neden geldin” diye sormadan alacağım seni küçücük evime. Neden geldiğini bana anlatmayacaksan kapımı çalma sakın!
Bırak ben tek başıma selamlayayım akşam kızıllığını, akşam kızıllığın soldurma, Ne olur kapımı çalma! Ama sakın!

3 Mayıs 2010 Pazartesi

orada olmak!


Şu anda Ege’de herhangi bir kıyı restoranın akşam hazırlığı için ayıklanırken deniz börülceleri, bir yandan da rakılarını yudumluyorlardır belki de insanlar, o yıpranmış ahşap masanın üzerine koyuyorlardır bardaklarını, börülcelerin hemen yanına. Belki eski bir radyodan sesleniyordur onlara da şimdi benim dinlediğim şarkı. “Beni kaybettin artık, sen çok bekleyeceksin” diye... Ben de orada olmak istiyorum!