27 Ağustos 2009 Perşembe

uçurtma gibi


Çok konuşan ben, fark ettim ki… Aslında çok da sevmiyormuşum içimdekileri anlatmayı. Buraya yazayım dediğim her şeye içimden ne gerek var cevabı aldım. Ruhum bir bulaşık süngeri gibi şimdi… Biri köpürtüyor, biri sıkıyor, sıkıyor, sonra yine… bütün köpüklerim çıkmıyor içimden. Sabır gerek bana, daha fazla sabır…

Uçurtmalar doluydu gökyüzü biz yan yana oturduğumuzda. Çocuk gibi özenmiştik uçurtma uçuranlara…

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Galaksiler arasında

Bütün gün akşam olmasını ve gelip Nova Colorlar'ımı getirmesini bekledim. 12’li yeni kalemlerim en güzel resmimi yapacaktım. Uçları sivri olacaktı. Biraz bile yuvarlaklaşsa hemen açıp sivriltecektim. Diğer paket o yüzden bu kadar çabuk bitmişti zaten. Kâğıtlarımı hazırlamış, bekledikçe daha da sabırsızlaşıyordum. Hafta sonu olduğu için her gün izlediğim televizyon programları da yoktu. Vakit daha da zor geçiyordu. Kıştı, sokağa da çıkamazdım. Sobalı odada öylece duruyordum. Sonra kapı çaldı ve geldi. Sobanın yanındaki o paylaşılamaz koltuğa oturdu, paltosunu üzerinden çıkarırken cebine koyduğunu hatırladığı Nova Color’u çıkardı. Ben o kadar sabırsızlanma rağmen “Aldın mı?” diye sormamıştım. Yoksa onu kalemler yüzünden özlediğimi zannederdi, öyle olursa üzülürdüm. İyi ki sormadım, kendi çıkardı işte diye düşünüyordum ki… 12’li paket değildi bu! 6’lı paketti. Daha elime almadan 6’lı istemediğimi söyledim, o bana yetmezdi, planladığım resim için en az 12 renk olması gerekiyordu. Susmadan ağlamayı andıran bir sesle memnuniyetsiz cümleler kuruyordum. İsyan cümlelerimi bitirmemi beklerken elinde kalemlerin kutusuyla kolu bana doğru uzanmış duruyordu. Konuştum, konuştum. Sustuğumda “Şimdi sen bunları istemiyor musun?” diye sordu. “Hayır” dedim. Sobanın üstündeki kapağı ucu kanca gibi olan demirle açtı ve 6’lı Nova Color kutusunu sobaya attı. O yaşta bizim ailede yaşayabileceğim en büyük şoku yaşadım. 5 yaşındaydım. İlk defa ağlayamadım. Durdum. ‘Evet, istemiyorum iyi ki de attın’ imajını korumaya çalıştım ama çok pişmandım. Odadan çıktı, sobanın kapağını açtım ayak parmaklarımın üzerinde durup alevle karışan erimiş boyalarıma baktım. Benim olamamış renklerim yanıyordu. Hayallerimi suya, renklerimi aleve… O zaman tüm dünyam o odadan ibaretti, boyalarımın yandığı kömür sobası, bir kanepe, iki tane de koltuğun olduğu soluk renkli oda. Şimdi rengârenk şeyler görüyorum, istediklerimi alıyorum, renkleri seçiyorum, galaksilerime bir tıkla ulaşıyorum. Beğenmiyorum geçiyorum, kopyalayıp yapıştırıyorum. Tuşlara basıp renkleriyle oynuyorum. Galaksilerim arasında ağ bağlantıları kuruluyor. Renklerimi kopyalayıp başka ülkelere gönderiyorum. Ama hiçbir şey bana o 6’lı Nova Color'un yanarken düşündüklerini düşündürmüyor. Galaksilerim büyüdükçe küçülüyorum. O soluk renkli odada kıvrılıp sobanın sıcağında uyusaydım, erimiş renklerim bana şarkı söyleselerdi….
Laura Veirs’ten ‘Galaxies’, galaksiler arasında gidip gelirken tek kişilik ulaşım aracınız olsun!!!

Zaman, an ve yok!


17 Şubat’ta doğmuşum. Çocukken 18 Şubat gününden başlayarak doğum günüme kaç ay, kaç gün kaldı hesapları yapardım. Zamanı kovalardım.‘İple çekmek’ deyimi öğrendiğim ilk deyimdi belki de. Bu kovalamaca oyununu kaç yaşındayken bıraktım hatırlamıyorum. Bıraktığım günden beri beklediğimden erken geliyor doğum günlerim. Ama ne olursa olsun hep zaman inat gitti bana. Geçme biraz daha sakin ol dediğimde inadına beni dikkate almayıp geçip gidiverdi. Ne zaman da korkularımla kalsam denizin üzerindeyken sallansa vapur mesela ‘bitsin artık’ dediğimde küçük şımarık bir çocuk gibi dalga geçer benimle. Geçmek bilmez. En çok korktuğum zaman yapar bu hainliği. Gece uykumdan uyanıp güneşin o sabah doğmayacağını düşünür sabaha kadar uyuyamam ben bazen. Kalbim hızlı atmaya başlar. Felaket senaryoları yazarım. Hepsinin sonunda acı çekerek öldüğüm… Uzak bir yere gideceksem ya da. Otobüste uyumadıysam eğer hiçbir zaman geri dönemeyeceğim kısa filmler döner beynimin kıvrımlarındaki sinema salonlarında. Zaman, elimde patlamış mısırlarıyla izler her bir filmi. Onun izlemeyi en çok sevdiği filmlerdir benim yarattığım korku filmleri. Oysa güzel bir rüya görsem saatin alarmını çaldırıverir hemen. O hırs yaptıkça ben hiç umurumda değilmiş gibi uyurum saatlerce. Uyandığımda öyle geç olur ki her şey için, ama çaktırmam ona. Yüzümü buruşturmam ki anlamasın hayata geç kaldığımı. Çünkü biliyorum yetişemeyeceğimi, öyle çok alıp götürdü ki oyunlarıyla. Şimdi sardığı bütün filmleri başa sarsa ve bir milada koysa beni hiç düşünmediğim için yine bilemem ne yapacağımı. Ama yine de bana güzel şeyler vermedi değil, zaman geçtikçe ve ben büyüdükçe hayatıma güzel insanlar katkı, yepyeni bedenler minicik bebekken yürüdüğünü gördüğüm. Sonra olanları sabitleştirdi. Çekiç gibi çaktı hayatıma. Bana acı verenleri uzaklaştırdı, kafamın içinden siliverdi hızla. Hızına karıştığımda oluyor benimle derdi.

Şimdi bilmiyorum ama ne yapacağımı. İşim ona düştü çünkü. Dizlerine eğilip ne olur geçiver de bitsin desem, biliyorum bana yapar yine yapacağını. Sadece bekliyorum. Bu beklemenin sonunda ne olur bilemiyorum, beklemenin tatlı taraflarını bulmaya çalışıyorum. Kendimle kalıyorum.