2 Mayıs 2010 Pazar

The mirror shows what I can‘t see!

• Çocukken ben, öldüklerinde çok ağlayamadığım, ne olduğunu bilemiyordum ölümün, cici annem ve cici babam vardı. Ablam ve ağabeyim de. Yedek bir aile gibi. Çocukken ağır bir yükmüş aslında iki ailenin de küçük çocuğu olmak. Neden kabul ettim acaba. Şimdi olsa yine yaparım!
• O zaman onların evinin karşısındaki boş alana ayısını getirdi bir Çingene. Ayıyı oynatırdı, çocuklar yakından izlerdi, ben hep pencereden bakardım. Ben de çocuktum. Hem de çok.
• Sarı olmasıyla ün salmış koskocaman rehberler vardı. Tüm Türkiye’nin telefon numaraları yazardı. Harf harf düzenlenmiş. Nerde görsem o rehberden bizim telefon doğru yazılmış mı diye bakardım. Sanki beni arayacakmış ve ulaşamayacak biri olmasın diye. Babamın adını orda görmek tuhaf bir gurur verirdi bana. Herkes yapar mıydı acaba öyle?
• Max bir şey sormak istiyorum. Hayallerinde ayrılırsan Earl Grey’den, ben evlenebilir miyim onunla? Bir kereliğine?
• İnsan bitsin diye başlamaz hiçbir şeye. Ama biteceğini anlayınca devam etmek isteyebilir, bir süre bile olsa.
• O kafedeyken, kedi tam ortamızdaydı, eve dönmeyecektim artık. O da yanımdaydı, kedi de. O an gelmişti mutluluk. Bir şeyin olmayacağını bilmek, devam etmeyeceğini ama yine de kabul görmek… Bilmem neden, huzurluydum o an. Yalan söylemiyordum, hiç de söylemeyecektim ki. Bana soracağı her sorunun yanıtı vardı ben de. O sormadan bile anlatabilirdim her şeyi. Sanki anlayacakmış gibi, ben anlamasını istiyorum diye anlayacak değil ya. Böyle düşünmek bile bencillikmiş. Bir kere bile anlamak istemedi ya. Kim bencil?
• Şeyi düşündünüz mü hiç? Hayat boyu bir sürü şey kaybediyorsunuz ya. Bİgün biri çıksa ve dese ki O kaybettiğiniz şeylerin arasından hangisini geri istersiniz? Ne tuhaf olur değil mi? Ben o kocaman içi sayfalarca özenle yazılmış mektup dolu kutumu isterdim. Ama olmaz ki öyle bir şey. Di mi? Olmaz!
• Fotoğraflarını yırttırdı bana. Nasıl saklarsın diye hesap sordu, o da ben de ağlıyorduk. Hepsini tek tek yırttım. Sonra çöpe attım. Akşam yemeğine aldığı etleri kavga ettiğimiz için pişirmemişti. Onlar da çöpteydi. Ertesi gün çöpümüzü dışarıdaki konteynera atmıştık. Aradan günler geçti. Okuldan eve doğru yürüyordum. Evin çok yakınındaydım. Yağmur yağıyor, yağmur suları aşağı doğru akıyordu. Yere bakarak yürüyordum. Ayağımın dibine bir kağıt parçası getirdi yağmur suyu. Bir baktım yırttığım bir fotoğrafın bir parçası. Tam göz kısmı. Hesap sorar gibi bakıyordu onun gözünden geçmiş bana. Bir an durdum. Yağmur daha da aşağı sürükledi geçmişimi. Biraz ilerde kırcılı bir kedi, etleri yiyordu. Hepimize afiyet olmuştu.
•Her şeyi hatırlamak istiyorum. Detayları, söylenenleri, tam da o gün giydiklerimi, adım atışımı, saçımdaki tokaları, ağzımdaki tadı, kulağımdaki müziği… “İçme, anılar gibi acı, içme sakın o şaraptan” diyor şimdi dinlediğim şarkı. İyi değil mi acaba hatırlamaya çalışmam?
•Ey bana akıl veren büyüklerim, siz 27 yaşındayken ne yapıyordunuz bu hayatta?
•Cukurcuma’da bir dükkanda iki tane koltuğa aşık oldum. Onlar birlikte ben yalnızım şimdi.
•Kadın seslerini seviyorum şarkılarda. Çirkin ama o kadar güzel görünen kadınlar onlar. Liste veremem burada. İrtibata geçin meraktaysanız!
•Biraz önce ilk defa dinlediğim ve bu gece bayılana kadar dinleyeceğim
bu şarkıyı bu geceye armağan ediyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder